Türkiye’de Radyo Yayıncılığının Tarihi Kapak Görseli
Türkiye'de Radyo Tarihi

Türkiye’de Radyo Yayıncılığının Tarihi

Radyo, 20. yüzyılın başlarından beri dünyada kitleleri bir araya getiren en önemli iletişim araçlarından biridir. Türkiye’de radyo yayıncılığı ise Cumhuriyet’in ilk yıllarında, 1920’lerin sonlarında başlamış ve aradan geçen yüzyıla yakın sürede teknolojik ve kurumsal anlamda pek çok değişim geçirmiştir. Bu blog yazısında, Türkiye’de radyo yayıncılığının ilk deneme yayınlarından ulusal bir kurum haline gelişine, TRT döneminden özel radyoların doğuşuna ve dijital çağın etkilerine kadar uzanan tarihsel yolculuğunu ele alıyoruz.

İlk Radyo Yayınları ve Cumhuriyet’in İlk Yılları (1920’ler)

Türkiye’de radyonun serüveni, Osmanlı’nın son dönemindeki teknolojik gelişmeleri takiben 1920’lerde başladı. İlk radyo denemeleri 1921 yılında İstanbul’da yapılmış, 19 Mart 1923’te İstanbul Öğretmen Okulu’nun bodrumunda halka açık bir deneme yayını gerçekleştirilmiştir. Bu deneme yayını, dönemin gazetecileri ve davetlilerinin katılımıyla “Telsiz Telefon Tecrübeleri” adı altında yapıldı. Henüz düzenli yayına geçilmemiş olsa da, bu girişimler radyonun geleceği için önemli birer işaretti.

Türkiye Cumhuriyeti ilan edildikten sonra radyoyu bir iletişim aracı olarak kullanma fikri hız kazandı. 1925 yılında çıkarılan “Telsiz Tesisi Hakkında Kanun” ülke genelinde bir telsiz (radyo) şebekesi kurulmasının önünü açtı. Bu kapsamda açılan ihaleyi kazanan bir Fransız şirketi, İstanbul ve Ankara’da radyo verici istasyonlarını kurma çalışmalarına başladı. Vericilerin inşası sürerken, yayın yapma işini üstlenecek yerli bir girişim de şekillenmekteydi. 6 Mayıs 1927’de Türkiye’de ilk düzenli radyo yayını İstanbul’da Sirkeci’deki Büyük Postane binasının bodrum katında başladı. Bu ilk yayın, dönemin tanınmış spikerlerinden Eşref Şefik’in “Alo alo, muhterem samiin! Burası İstanbul Telsiz Telefonu…” sözleriyle açılış anonsunu yapmasıyla tarihe geçti. O dönemde halkın elinde radyo alıcısı yok denecek kadar az olduğu için, postane binasının kapısının üzerine yerleştirilen bir hoparlör aracılığıyla yayın halka duyuruldu.

İlk yayınlar günde yalnızca yaklaşık 4-5 saatle sınırlıydı ve içeriği genellikle söz programları ile canlı müzik yayınlarından oluşuyordu. Haber bültenleri, Anadolu Ajansından alınan piyasa haberleriyle sınırlıydı; müzik programlarında ise stüdyoda icra edilen Türk sanat musikisi eserleri yayınlanıyordu. 1927 yılının Eylül ayında, dönemin bazı milletvekilleri ve gazetecilerinin girişimiyle “Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi” kuruldu. İstanbul Radyosu, bu şirket bünyesinde faaliyetlerine devam ederken, Kasım 1927’de Ankara Radyosu da yayına başladı. Böylece genç Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul ve Ankara’da iki radyo istasyonuyla düzenli yayın dönemine adım atmış oldu.

Sirkeci’deki tarihi Büyük Postane binası, 1927’de İstanbul Radyosu’nun ilk yayınlarına ev sahipliği yaptı. 1927-1936 yılları arasında İstanbul Radyoevi olarak kullanılan bu yapı, günümüzde de İstanbul’un en büyük postane binası olarak hizmet vermektedir.

Devlet Tekeli ve Kurumsallaşma (1936-1960)

İlk yıllarda özel bir şirket tarafından yürütülen radyo yayıncılığı, mali zorluklar ve artan masraflar nedeniyle sürdürülebilir olmaktan uzaklaşmıştı. Halktan alınan cüzi aidatlarla masrafların karşılanamaması sonucunda şirket zarar etmeye başladı. 1927’de hükümetle yapılan yayın sözleşmesi 1936 yılında sona erdiğinde, devlet yeni bir sözleşme imzalamamayı tercih etti. Böylece 8 Eylül 1936 tarihinde İstanbul ve Ankara radyolarının işletmesi Posta Telgraf Teşkilatı ( PTT) Genel Müdürlüğü’ne devredildi. Bu devletleştirme adımıyla birlikte radyo, tamamen kamu kontrolünde stratejik bir iletişim aracı haline geldi.

PTT idaresine geçtikten sonra teknik altyapıda iyileştirmeler yapıldı. Özellikle Ankara Radyosu’nun verici gücü artırılarak yayın kapsama alanı genişletildi ve 28 Ekim 1938’de Ankara Radyosu güçlendirilmiş vericisiyle resmen hizmete açıldı. Öte yandan, aynı yıl İstanbul Radyosu bir süre yayınlarına ara vermek zorunda kaldı. II. Dünya Savaşı’nın zorlu koşulları başlamadan hemen önce, İstanbul Radyosu için daha modern bir stüdyo ihtiyacı ortaya çıkmıştı. Bu amaçla 1945 yılında İstanbul Harbiye’de yeni bir Radyoevi binasının inşasına başlandı; dört yıllık çalışmanın ardından bu bina tamamlanarak 19 Kasım 1949’da dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından açılışı yapıldı ve İstanbul Radyosu yayın hayatına bu yeni merkezinde geri döndü. Aynı dönemlerde Türkiye’nin üçüncü radyo istasyonu olan İzmir Radyosu da 1950 yılında yayınlarına başladı.

II. Dünya Savaşı yılları radyo yayıncılığının devlet açısından taşıdığı önemi iyice pekiştirdi. 1940’larda radyolar, yeni kurulan Matbuat Umum Müdürlüğü (Basın-Yayın Genel Müdürlüğü) bünyesine alınarak hükümetin gözetiminde yayın yapmaya devam etti. Bu dönemde radyo, halkı bilgilendirme ve moral birliği sağlama amacıyla yoğun biçimde kullanıldı. 1930’ların sonunda ülkedeki radyo alıcısı sayısı henüz 50-60 bin civarındayken, 1940’lar boyunca radyo yayınlarının Anadolu’ya yayılması hızlandı ve dinleyici kitlesi sürekli büyüdü. 1950’li yıllar ise radyoculuk açısından yeni açılımlara sahne oldu: İlk kez radyo yayınlarında reklamlara yer verilmeye 1950’lerde başlandı ve yine aynı yıllarda dini içerikli programlar da radyolarda yayın hayatına girdi. 1950 yılında Türkiye’nin NATO’ya katılmasıyla Batı dünyasıyla artan yakınlaşma, radyo yayınlarının içeriklerine de yansıdı; bu dönemde Marshall Yardımı, NATO ve UNESCO gibi konularda bilgilendirici programlar radyoda yer aldı.

1950’lerin sonlarına gelindiğinde Türkiye’de radyo yayınları büyük ölçüde kurumsallaşmış ve teknik açıdan gelişmiş durumdaydı. PTT ve Basın-Yayın Genel Müdürlüğü bünyesinde İstanbul, Ankara ve İzmir’deki ana istasyonlara ek olarak 1960’tan itibaren sekiz farklı ilde yerel “il radyoları” kurulmaya başlandı. Artık radyo yayınları ülkenin birçok noktasına ulaşabiliyor, haber bültenlerinden arkası yarınlara, konserlerden istasyon orkestrası yayınlarına kadar zengin bir içerik sunuluyordu. Ancak bu dönemde radyolar farklı kurumlar altında faaliyet gösterdiği için dağınık bir yapı söz konusuydu. 1960’ların başında, tüm radyo faaliyetlerini tek çatı altında toplayacak, özerk bir kamu yayıncılığı kurumu oluşturma fikri gündeme gelecekti.

TRT’nin Kuruluşu ve Radyonun Altın Çağı (1960’lar-1970’ler)

27 Mayıs 1960 sonrasında hazırlanan 1961 Anayasası, radyo ve televizyon yayınlarının özerk ve tarafsız bir kamu tüzel kişiliği tarafından yürütülmesini öngörmüştür. Bu anayasal ilkeye uygun olarak 1 Mayıs 1964 tarihinde 359 sayılı yasayla Türkiye Radyo Televizyon Kurumu ( TRT) kuruldu. TRT, kuruluşunda devletten özerk bir kamu iktisadi kuruluşu olarak tanımlandı ve 1972’de yapılan anayasa değişikliğiyle “tarafsız”lığı da vurgulanan bir yapıya kavuştu. 1964’te TRT’nin faaliyete geçmesiyle İstanbul, Ankara, İzmir ve diğer illerdeki tüm radyolar ile verici tesisleri TRT çatısı altında birleştirildi. Böylece dağınık radyo yayıncılığı tek elde toplanarak planlı bir şekilde ulusal kalkınma ve eğitim hedeflerine hizmet etmeye başladı.

TRT döneminin ilk yılları, radyonun “altın çağı” olarak nitelenebilir. Televizyonun henüz yaygınlaşmadığı 1960’ların ikinci yarısı ve 1970’lerde radyo, haber alma ve eğlence ihtiyacının başlıca kaynağıydı. TRT, radyo yayınlarını güçlendirmek ve ülkenin her köşesine ulaştırmak için verici altyapısına büyük yatırımlar yaptı. 1970’li yılların başına gelindiğinde radyo yayınları Türkiye nüfusunun tamamına yakınını kapsar hale gelmişti. 1973-1978 arasında verici güçleri toplamda 4635 kW’a çıkarılarak yayınların erişim alanı ve kalitesi artırıldı. Bu sayede en ücra bölgelerde bile radyo dinlemek mümkün oldu.

İçerik ve programlama açısından da TRT radyo döneminde önemli yenilikler yapıldı. 1974 yılında TRT, o zamana dek “merkez”, “bölge” veya “il” radyo istasyonları olarak anılan organizasyonu yeniden düzenleyerek üç ulusal radyo kanalına geçti. Ankara merkezli “TRT 1” kanalı (Radyo 1) haber, eğitim, kültür, müzik, drama ve eğlence programlarını içeren ve 24 saat yayın yapan ana kanal oldu. İstanbul çıkışlı “TRT 2” (Radyo 2) daha eğitim-kültür ağırlıklı ve bölgesel içeriklerle yayına devam ederken, “TRT 3” (Radyo 3) kanalı çok sesli müzik ve yabancı müzik programlarına ayrıldı. Bunun yanında TRT bünyesinde Polis Radyosu, Meteoroloji Radyosu gibi tematik yayınlar ve çeşitli eğitim amaçlı radyo programları da devreye girdi. Televizyonun hayatımıza girmesinden önceki bu dönemde radyo tiyatroları ve edebiyat uyarlamaları, büyük kitleleri hoparlör başına toplayan popüler içerikler haline geldi; büyük radyo orkestralarının canlı konser yayınları gerçekleştirildi. 1970’lerin sonunda radyo, hemen her evin vazgeçilmez bir parçasıydı ve Türkiye’de radyoculuk kurumsal anlamda en olgun dönemini yaşıyordu.

Teknik olarak da önemli gelişmeler bu dönemde yaşandı. 1970’lerin sonuna doğru FM bandı kullanılarak ilk deneme yayınlarına başlandı ve radyo yayın kalitesi yükseldi. 1974’te TRT Radyo 1 kanalının 24 saat kesintisiz yayına geçmesiyle, Türkiye’de ilk kez bir radyo istasyonu gün boyu yayın yapar hale geldi. 1978’de ise FM (çok yüksek frekans) bandında düzenli stereo müzik yayınları devreye alındı. Bu teknolojik atılımlar, radyonun ses kalitesini ve çekiciliğini artırarak dinleyici deneyimini zenginleştirdi.

İstanbul Harbiye’de bulunan ve 19 Kasım 1949’da hizmete giren İstanbul Radyoevi binası, II. Ulusal Mimarlık Akımı’nın önemli eserlerinden biridir. Bu yapı, 1949’dan itibaren TRT İstanbul Radyosu’nun merkez stüdyosu olarak kullanılmıştır.

Özel Radyoların Doğuşu (1990’lar)

1980’li yılların sonuna kadar Türkiye’de radyo yayıncılığı üzerinde TRT’nin kamusal tekel hakkı sürmekteydi. Ancak dünyadaki teknolojik gelişmeler ve iletişim alanındaki liberalleşme eğilimleri, Türkiye’de de radyo yayıncılığının çeşitlenmesinin yolunu açtı. 1990’ların başında, anayasal ve yasal değişiklikler öncesinde bile bazı girişimciler yasal boşluklardan yararlanarak özel radyo yayını denemelerine başladılar. Nitekim Haziran 1992’de İstanbul’da 101.0 MHz frekansında yayın yapan Kent FM, Türkiye’den yayın yapan ilk özel radyo istasyonu olarak tarih sahnesine çıktı. Bu istasyonun ardından Genç Radyo, Metro FM, Show Radyo gibi pek çok özel radyo kanalı 1992 yılı içinde peş peşe yayın hayatına atıldı. O güne dek yalnızca TRT’nin kontrolünde seslenen radyolar, artık özel sektör tarafından da işletilmeye başlıyordu. 1993’te Anayasa’nın 133. maddesinde yapılan değişiklik ile özel radyo ve televizyon yayınları resmi olarak serbest bırakıldı. Devamında 20 Nisan 1994 tarihinde çıkarılan 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun ile Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ( RTÜK) oluşturularak özel yayıncılığın yasal çerçevesi çizildi.

Yasal serbestleşmenin ardından Türkiye’de özel radyo sektörü adeta patlama yaptı. 1990’ların ortasına gelindiğinde ülke genelinde yüzlerce özel radyo istasyonu kurulmuştu. İlk özel yayınlardan biri, Bodrum Belediyesi’nin kurduğu İngilizce müzik radyosuyken, bir diğeri Mehmet Duru’nun sahibi olduğu Kent FM olarak İstanbul’dan Türkçe pop müzik yayını yapıyordu. Kısa sürede ulusal, bölgesel ve yerel ölçekte yayın yapan radyolar halktan büyük ilgi gördü. Uzun yıllar tek kanallı devlet radyosuna alışkın olan dinleyiciler, müzik tarzı ve içerik yönünden farklı alternatiflerin ortaya çıkmasını memnuniyetle karşıladılar. Özel radyoların ilk yıllarında yaşanan frekans karmaşası ve yasal belirsizlikler zamanla giderildi; lisanslama ve denetim mekanizmaları RTÜK tarafından oluşturuldu. 1990’ların sonunda Türkiye’de irili ufaklı bini aşkın radyo istasyonu yayın yapar hale gelmişti. Böylece radyo yayıncılığı, çok sesliliğin ve demokratik erişimin bir simgesi olarak yeni bir çağa girmiş oldu.

Dijital Dönem ve Günümüz (2000’ler ve Sonrası)

2000’li yıllar, iletişim teknolojilerindeki hızlı dönüşümün radyo sektörünü de etkilediği bir dönem oldu. Uydu yayıncılığı ve internetin yaygınlaşması, geleneksel radyonun tanımını ve kullanım biçimini genişletti. İnternet üzerinden canlı radyo dinleme, podcast yayınları ve mobil uygulamalar sayesinde radyo artık sadece radyodan değil, bilgisayar ve telefonlardan da dinlenebilir hale geldi. Türkiye’de de 2000’lerin başından itibaren pek çok radyo istasyonu yayınlarını internet ortamına taşıdı. Ayrıca uydu üzerinden hem Türkçe hem yabancı dilde yayın yapan uluslararası radyo kanalları dinlenmeye başlandı. Tüm bu gelişmeler, dinleyicilere istedikleri içeriğe istedikleri anda ulaşma imkânı sağlarken, geleneksel radyonun özellikle genç nesiller arasındaki popülaritesini bir miktar azalttı. Artık sevilen bir şarkıyı duymak için saatlerce radyo başında beklemek gerekmiyor; bir tuşa basarak istenen müziğe erişilebiliyor. Bu durum, radyo dinleme oranlarında görece bir düşüşe yol açsa da, radyo hala önemli bir kitle iletişim aracı olma özelliğini koruyor.

Günümüzde Türkiye, yaklaşık 1000 civarında aktif radyo kanalıyla Avrupa’nın en geniş radyo yayın ağlarından birine sahiptir. Ulusal, bölgesel ve yerel düzeyde yayın yapan bu istasyonlar sayesinde haber, müzik, eğitim, kültür ve eğlence içerikleri ülkenin dört bir yanındaki dinleyicilere ulaşmaktadır. Radyolar; acil durum bilgilendirmeleri, trafikte anlık haberler ve yerel kültürel zenginliklerin aktarılması gibi alanlarda halen vazgeçilmez bir role sahiptir. UNESCO tarafından 2011’de 13 Şubat’ın “Dünya Radyo Günü” ilan edilmesi de, radyonun dünya çapında yüz yılı aşkın süredir bilgilendiren, eğlendiren ve eğiten bir mecra olarak gördüğü değerin göstergesidir. Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, radyo yayıncılığı köklü tarihi ve uyum sağlama becerisiyle yaşamımızdaki yerini sürdürmeye devam edecektir.